Kelimelerin sonu..

23 Temmuz 2010
İstanbula geleli tam 143 gün oldu..
143. günde bu bloğu kapatıyorum.
Zaten yarından itibaren 16 gün gibi uzun bir süre İstanbul'da olmayacağım.
Yazdıklarım burdan silinir silinmez bilmiyorum ama aklımdan silinmeyecek..
Belki başka bi zamanda, başka bi yerde, yeniden..
Şimdilik kelimelerim bitti..

Öznur

..

Tarih 21 Temmuz 2010
ve artık inanmak, ölmeden hemen önce yapacağımız son şey..

Hepsi bu..

16 Temmuz 2010 Cuma
Dün gece İstanbul kazandı, ben yenildim.. yeniden eksildim..
Ne kendimden, ne de senden saklayamayacağım kadar yanıyor canım..
Şimdi yaralarım sarılana, ciğerlerime dolan nefes içimi yakmayıp bana yeniden mutluluk verene kadar olabilecek en sahte duruşa geçiyorum.. Sahte güç numaralarına, sahte gülüşlere..
Seni çok sevdim.. Hepsi bu..

..

Bidaha okudum da çok iddialı konuşmuşum yaw.. Uf napıcam şimdi.. panik içindeyim.. :)

Legolar..

Birbirini tamamlamaya çalışan lego parçaları gibiyiz.. Belki farklı renklerde, farklı biçimlerde ama çok benzer yine de.. ve bir arada çok güzel olabilecek..
Eksikleriyle, fazlalarıyla kabul etmek diğer parçayı.. Geçmişiyle, şimdisiyle, acısı, sevinci, yediği içtiği, ağzı burnu gözleriyle onu o yapan her ne varsa hepsiyle sevebilmek.. Tamamlanmayı, tamamlamayı öğrenebilmek..
Kimi zaman zorlamak birbirini, oturmuyosa yerine zorluyosun beni dediğinde bi süre başka bir yol aramak, yön değiştirmek.. Bir olabilmek adına ufak tefek kırıklara göz yumabilmek.. Eğrilmek kimi zaman bazı yerlerinden, onu eğmemeyi deneyerek.. ama kimi zaman karşılıklı eğrilerek.. ve bundan zerre gocunmadan..
Birbirini tamamlamaya çalışan lego parçaları gibiyiz..
Tarihin tüm sıradan ve sahte birleşmelerine inat kendimize özgü bütünü oluşturabilmek için..

Dost yüzlere hasret..

Bugün 12 Temmuz 2010 Pazartesi. Pırıl pırıl güneşli bir güne uyandı İstanbul..
Hafta sonu azıcık naz, bolca sarılma molası :) biras da dostlarımı özlemekle geçti..

İstanbul'da arkadaş edinmenin zor olduğunu söylerlerdi hep.. İnsan her yerde insan, şehirle alakası yok, her yerde arkadaş edinilir derdim.. Öyle değilmiş yav :) Hakkaten burda arkadaş edinemiosun :)
Mesafelerden mi, bireysel yaşam tarzından mı, meşguliyetten mi bilmiyorum. Henüz mantığını tam kavramış değilim. Ama insanlar arası bi bağ yok burda.. Çoğu kez gözlemlediğim günü kurtarma durumu burda da söz konusu. Burda insanlar her zaman daha az dert peşindeler. O yüzden başkalarıyla uğraşmayı pek sevmiolar :)
İlk geldiğimde ev arkadaşımla arkadaş olmaya çalışmıştım :) olmadı.. :)
Tek başıma vakit geçirmeyi öğrendim. Alışmadım yalnız, öğrendim sadece..
Ankara'daki dolu dolu hayatım, ha deyince toplandığımız 10 kişi.. Dinmeyen kahkahalar.. Öyle çok özliyorum ki.. Nasıl da hissederim dostlarımla beraberken sevildiğimi.. Kabul edildiğimi.. Gözlerine bakınca, sarılınca anlarım..
Şimdi hiç bir sanal paylaşım platformu yetmiyor bana onlarla iletişim kurmak için.. Hatta onlarla konuşmak için bu yolları kullanıyor olmak rahatsız ediyor beni..
Selcen'imin resmini tıklayarak beğenmek istemiyorum mesela.. Görmek istiyorum,
kırmızı çerçeveli gözlüklerinde Karanfil sokağı..
Yüksel caddesinde dolanmayı ve Dost kitabevine girdiğimizde Tübitak kitaplarına dayanamayıp deli gibi borç yapmayı..
Okuldan, ordan burdan konuşmayı, ağlamayı, saçmalasam da dinlenmeyi :), dinlemeyi..

Arkadaşlarımı özlüyorum şimdilerde..
ve mezuniyet günümüzün klasik ama unutulmaz parçası dün gibi geliyor kulaklarıma..
Bir kıvılcım düşer önce büyür yavaş yavaş, bir bakarsın orman olmuş yanmışsın arkadaş.....

Sisler içinde Boğaziçi..

9 Temmuz 2010, Cuma..
Haftanın son gününe yağmurlu uyanan istanbul bugün muhteşem görüntülere sahne oluyor yine.. Malum, artık Üsküdar'dan vapurla sabah yolculukları yaptığımdan bu manzaralara daha çok şahit olma şansına erdim..
Bi balık burcu için pek iç açıcı bi hava değil.. Hele ki hala özlemekteysen.. Fakat sabretmek erdemi burda öğrenmeye çalıştığım en zor şeylerden biri oldu.. :)
Güzelliğini sislerin içine gizleyen istanbul, biz onun bağrından vapurla geçerken istifini hiç bozmadı..
ve bağrını yırtarak geçen herkese ve herşeye rağmen nasıl öyle sakin, kararlı ve sağlam durulur bir kez daha gösterdi..
Bugün cuma..
Bir hafta daha bitti İstanbul'da..

New home, new feelings.. :)

06 Temmuz 2010..
Bir süredir sizden gizlediğim :P ve fakat son zamanlarda çekilmes biri olmama :) ciddi katkılar sağlayan ev problemim dün itibari ile mutlu bir biçimde çözüldü.. :)
Eski evimdeki "cici" kediyi falan hiçbi şekilde özlemiycemi de buradan belirtmeyi bir görev bilirim :)Bu kamuya açık bi blog olduğundan yazımı okuması muhtemel kediseverlerden ve hayvan hakları savunucularından da zerre kadar çekinmiyorum :) Bilakis rica ediyorum ki biri de benim kediye karşı haklarımın olduğunu hatırlasın :)))

Bugün Eminönü'nde yeni evine çeşitli araç gereçler almayı hedef edinmiş olan ben günü bir sürahi ile sonlandırırken geri kalanı ikea adı verilen ve her istanbul'lunun hayatında en az 16 kez gittiği, bir rivayete göre de içinde gezinirken abuk subuk, gereksiz ne kadar şey varsa alınan yere bırakmaya karar verdim..
Hem dondurmayı top haline getirip servis etmeye yarayan bir kaşığa hangi hatunun ihtiyacı olmas ki..

Yannız bu arada televizyonum yok.. :) Acaip sessiz ev.. :) Kitap okuma istek ve hevesim hat safhada.. :)
Böle giderse çok değil 2 ay sora oturduğum yerden yükselirim ben :))))
Wuaaa.. işte macera.. ;)
Önümüzdeki günler yeni evimle ilgili heyecanlı yazılarımı yazmak için sabırsızlanıyorum..
;)

Kapanan mesafeler..

04 Temmuz 2010.. Mesafelerin kapandığı harika bi gün İstanbul'da.. :) Guneş daha parlak, deniz daha mavi, yollar daha kısa, gülümsemeler daha bi uzun hihi.. :)

Her şey birden bire oldu.. (İstanbul'da 5 ay..)

1 Temmuz 2010, Perşembe..
Bugün İstanbul'a geleli tam 5 ay oldu..
Zamanın nasıl geçtiğini farkettim..
Çok hızlı koştum, yoruldum.. Yavaşladım, şehrin temposu dışında kaldım.. Dengemin bozulduğu yerler oldu.. Her hayat gibi, üzüldüğüm, sevindiğim oldu bu kentte..
Öğrendim.. Kalabalığa çarpmadan yürümeyi, vapura binmeyi.. İstanbul'da kendim olabilmeyi, sevebilmeyi.. Hala da öğreniyorum.. Düşe kalka, hata yaparak.. Kimi zaman susmam gerekti konuştum, konuşmam gerekti, sustum.. Yordum, yoruldum.. Özledim.. Ağladım.. 5 ay burda kendimi bişeylere bağladım.. Yeni bir eve, bir işe, bir şehre, bir kalbe..
Korkmadım mı? Korktum evet.. Dönmeyi hiç düşünmedim desem, çocukluk olur.. Ama kalmayı daha çok düşündüm hep..
Kaygılarla doldurdum kimi kez zamanı.. Kimi kez zaman hiç geçmesin dedim..
Çok yalnız da hissettim.. Bütün de..

Kaybolduğum da oldu.. Farkettiğim de.. Görmezden geldiğimde..

Özünde ve aslında insan gibi geçirdim bu 5 ayı.. Olduğum gibi..

ve herşey birden bire oldu..
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.

Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu tomurcuk birdenbire.

Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire oğlan birdenbire;
Yollar kırlar kediler insanlar...
Aşk birdenbire oldu
Sevinç birdenbire.

ORHAN VELİ KANIK

Korkular..

30 Haziran 2010 Çarşamba. Bilmediğim sayıda bir gün.. İstanbul'dayım..
Yağmur durmaksızın yağmaya devam ediyor..
Sabah biraz erken çıkıp evden Yeni Camii'ye uğradım yine.. Kimseler yokken..
Aslında bu buraya yazılmalı mı bilmiyorum..
Bir köşeye halının üstüne oturup gözlerimi kapadığımda bütün dünya kayboluyor kafamın içinde..
Üzüntülerim, sevinçlerim, geçmişim, geleceğim.. Kalbimi, kafamı dolduran herşey, hayatım.. Hepsini orda yeniden anlatıyorum kendime..
Nasıl yok sayıldığımı hissetmişim eskiden.. ve nasıl var olmaya çalışıyorum şimdi yeniden..
Nasıl zorluyo beni nefsim.. Nasıl.. Nasıl üzüyo beni korkularım..
Hepsini susarak anlatmak istiyorum..
İstiyorum ki sen anla beni.. Korkularımı anlatmadan, anla.. Çünkü korkuları anlatmak kolay değil.. Sana bile..
İstiyorum ki, verdiğimiz bir mola'da kalbin benimkinin üstünde atarken bitsin gitsin hepsi..
İstiyorum ki galaksiler gibi gözlerinde dursun İstanbul..

Ankara'da uyuyakalmak..

23 Haziran 2010 Çarşamba..
Ağladım geçti gitti.. :) Bilenler bilir ağlamaktan çekinmem..

İstanbul'dan uzakta geçiricem bu haftayı.. Ben yokken yağmurlar yağmış.. Dönüşte yine güsel güsel şeyler yasıcam.. :)
Burda, Ankara'da, evimdeyim.. Sakinim.. Gittiğim her yerde beni unutmadığını gösteren şehir sanırım İstanbul günlükleri tutmamdan biraz rahatsız olmuş olacak ki güneşini benden gizledi.. :) Ama bilmelidir ki onun kalbimdeki yeri bambaşka..
Dün akşam annemin dizlerinde uyuyakaldım..
İşte beni çağırıolar içerden..
Geliyorummm.. :)

18 Haziran 2010 Cuma..

Ağlıyorum..

Yeni Camii'de Kuşlar..

Onca kuşun sırf yem atıldığı için orda olduğunu düşünmek cahilce geliyor bana..
ve "Gerçekten neden?" diye düşünmeyi sevdiğimden ya var olan başka bişeyler buluyorum ya da buna inandığımdan öyle oluyor bilmiyorum.. :)Ya da gerçek tam da göründüğü gibiyse..?
Yine karmaşık yazmaya başladım..
Ama hayat karmaşık ben napabilirim ki.. :)

Kuşlar gerçekten neden orda..?

Tek bir oyun, sonra kalkıp gidersin..

03:46 by Öznur 0 yorum
17 Haziran 2010 Perşembe.. Bilinmeyen bir gündeyim..
Çok uzaklardasın.. Şehre aidiyet duygum sarsılıyor.. İstanbul, ilk geldiğim günlerdeki gibi değil ama bomboş şimdi.. Özlemek geçici de olsa, ilk defa aramıza giren milyonlarca kilometre gözümde büyüyüverdi bu sabah.. ya da zaten büyüktü de ben görmezden geldim..
Neyse ki yanında bol bol çikolatayla geleceksin.. eheh :) İşte tek ve gerçek tesellim..

Bugün ve önümüzdeki bikaç hafta özlemekle geçecek..
Bekliyorum..

Prinkipo.. ;)

Bir Büyükada hikayesi yazılacak buraya..
Şimdilik aklımda bekletiyorum onu.. Her bir anının güzelliklerini eksiksiz aktaracak kelimeleri bulduğumda burda olcak.. ;)

Gezi Notları 3 (Eyüp Sultan ve Pierre Loti..)

8 Haziran 2010 Salı..
İstanbul'a ilk geldiğimde yağan yağmur bana ev özlemiyle de birlikte hüzünlü, sonrasında malum sebeplerle romantik :), bugün ise tem bir felaket geldi.. :))
Ayakkabılarımın içine giren suyla beraber yaptığım sabah yolculuğu, ofise gelirken aldığım palyaço çorabına benzer dize kadar uzun ve rengarenk bir çorapla sonlandı.. ehehe
Olsun yine de şikayetçi değilim.. :)
Gezi Notlarımın 3. bölümüne Eyüp Sultan'dan başlamak istiyorum.. İstanbul'un enerjisini en yoğun ve biraz da korkutucu hissettiğim yerlerinden biriydi Eyüp Sultan.. Kesinlikle normal değil.. Mezarlıkla Camii yanyana olduğundan ve yatırlar çok fazla olduğu için çok yoğun bişey hissediosunuz.. Size tek tavsiyem mutlaka gidip ziyarette bulunun.. ve fakat içinizden ne geçireceğinize çok dikkat edin.. ;)

ve gelelim Pierre loti'ye..
Caminin hemen yan tarafından Pierre Loti'ye doğru mezarlığın içinden çıkan inanılmaz bi yol var.. Oldukça sağlam bi tırmanış gerektiriyo ama sıkı durun.. Sizi oraya yorulmadan çıkartacak harika bişey var. Bi teleferik ! Efet.. Teleferiğe binip yorulmadan hop die çıkabilirsiniz.. Yanlız tavsiyem inerken mutlaka yürüyün..

İstanbul aşığı Fransız bir yazar Pierre Loti bildiğiniz gibi.. Asıl adı farklı olmakla birlikte Haliç'e şimdiye kadar hiç görmediğim kadar güzel bakan Pierre Loti kahvesine adını veren adam..
Akşama doğru orada oturup çay içmek insanı bambaşka yapıyor.. Ama eminim akşamki manzara çok daha muhteşemdir.. Adı üstünde Altın Boynuz Haliç gece burdan muhteşem görünüyo olmalı..

Bi gün onu da gördüğümde yazacağım mutlaka..

Gezi Notları 2 (Rumeli Hisarı ve Aşiyan..)

Rumeli Hisarı.. Ben bu şehre geldiğimden beri böyle muhteşem bir manzara daha görmedim.. Zaten amacı gereği güvenliğin sağlanabilmesi için boğazın tamamına hakim biçimde inşa edilmiş bir yapı.. Dolayısıyla o geniş görüş açısı elbette başka bir yerde de yok.. Gerçekten inanılmaz.. Ayağınıza rahat bir ayakkabı giyip hisara çıkmanızı tavsiye ederim çünkü basamaklarla yukarıya tırmanmanız gerekiyor.. Emin olun biras yorulmaya değer çünkü her basamakta manzara biras daha güzelleşecek..

Hisardan çıkıp Bebek'ten aşağıya doğru yürürken bildiğiniz gibi sağda Aşiyan Mezarlığı var.. Mezarlığın yanında üstünde Aşiyan Müzesi yazan bir tabela göreceksiniz :) Biraz dik bir yokuş olduğunu itiraf etmeliyim ancak Ünlü Türk şairi Tevfik Fikret`in 1906-1915 yılları arasında yaşadığı ev müze haline getirilmiş ve oraya evden ziyade eski, hüzünlü ve 40'lı yaşlarında, ömrürün belki en güzel yıllarında vefat eden bir insanın muhteşem yuvası diebiliris.. Zira Aşiyan Farsça Yuva anlamına geliyor..

Gezi Notları 1 (Beylerbeyi..)

07:00 by Öznur 0 yorum
Gezinin ilk günü Beylerbeyi sahilde güsel bi geziyle başladı.. İstanbul'a gelindiğinde mutlaka gidip görmesi gereken biyer Beylerbeyi.. Keza Beylerbeyi sarayı da öyle.. Buradan boğazı izlemek muhteşem gerçekten.. Küçük bir not olarak denize kıyısı olan o muhteşem caminin yanındaki balıkçı restoranında sabahları kahvaltı olduğunu ve menemeninin de çok lezzetli olduğunu hatırlamak isterim.. :) Fiyatları da öyle korkulacak gibi değil..

Bizim şansımıza bir turist gezi teknesi burada olmayacak biyere yanaşıp turistlere "Atlayın!" deyince en az benim kadar maceracı bir ruha sahip olan annemin de "Nereye gidiosunuz evladım biz de gelelim" nidalarıyla kendimizi teknede bulmamız ve acaip bi boğaz turundan sora Eminönü'ne iniş yapmamız da ayrı bir olaydı hehe :)
Haliyle Eminönü'nde, Mısır çarşısı, Kapalıçarşı, Sultanahmet derken gün, gün batımına karşı yenen bir balık ekmekle son buldu..
Ertesi gün Gezi Notları 2 de.. ;)

Yazmayı özlemek..

06:17 by Öznur 0 yorum
Bugün 07 Haziran 2010 Pazartesi.. Saymadığım ve dolayısıyla kaçıncı olduğunu da bilmediğim bir İstanbul günündeyim.. :)
Sabahleyin Haliç'in puslu havasında denizi gördüğümde yazmaya devam etmeliyim dedim.. Evren de bu iç sesimi destekleyen mesajlar gönderince iyice emin oldum :)
Geçen zaman içinde neler yaptığımı anlatmak için max. motivasyona sahibim yani :)
Bikaç hafta önce biricik annemin İstanbul'a kendisinden uzakta yaşayan minik kızını :) görmeye gelmesiyle gezi maratonum deli bi hız kazandı haliyle :)

Tüm adımlarıyla tek tek değineceğim bu geziye.. Ayrıca gidilen yerlerde neyi nasıl yapmak işi kolaylaştırır, nerde ne yenir gibi ayrıntıları da paylaşmak istiyorum.. :)

Yaşamak, Sevmek ve İstanbul..

24 mayıs 2010.. ve 76. günden beri artık günleri saymıyorum :)
Günleri saymadan, ne olur diye düşünmeden, eksilmeden..
Yaşamak..
Yüreğimin taşıyabildiği kadar, keşke demeden, pişman olmadan..
Sevmek..
Kaybolmadan, yorulmadan, vazgeçmeden..
İstanbul..

Bu Sabah..

13 Mayıs 2010.. 76. gündeyim..
ve hiç bir İstanbul sabahına böyle uyanmadı gözlerim..
dün akşam bu şehre kalbimi verdim...........

Benim İstanbul'um..

11 Mayıs 2010.. 74. gündeyim..
Bikaç zamandır yazacak fırsat bulamadım. Ama aklım hep burdaydı..
Bu süre zarfında İstanbul'dan uzak kaldım biraz. Keyifsizliğim geçti.. Yeniden gülümsüyorum :)
5 Mayıs'ta 68. günün akşamı Ahırkapı'daydım.. Banliyö trenine atlayıp gittim şenlik alanına.. Şehirdeki tüm insanlar ordaydı sanki.. Renk renk kurdelelerle süslenmiş ağaçlar büyüledi beni.. Romanların davulu, zurnası çaldı durdu bütün gece..
Ben de yazdım çizdim bişeyler. Gül ağacının altına gömdüm..
Eve döndüğümde uyumadan önce dua ettim. Baharla birlikte çok güzel şeyler olsun istedim..

Bugün 74 gün oldu.. Hani yazmasam inanamıycam. 74 gündür denize bakıyorum, İstanbul'a bakıyorum, kendime bakıyorum.. Herşey nasıl da tanıdık olmaya başladı..
10. günkü benle şimdiki nasıl farklı ama nasıl da ben..
İstanbul nasıl her geçen gün biraz daha yerleşiyor zihnime.. İnsanlar neden artık o kadar çeşitli, o kadar ürkütücü değil?

Bu sanırım sorgulama sonrası yeni bir evre.. Alışma..
Bakalım ne kadar sürecek..

İyi geceler benim İstanbul'um..

Hıdrellez..

04 Mayıs 2010 67. gündeyim..
Son 2 gündür (sanırım yine yediğim bişilerden) her tarafım kızardığı için kendimi kötü hissediyordum. Bu yüzden işten eve ve evden işe gidip geldim.. Otobüsün camından baktım İstanbul'a.. Keyifsizim.. Eğer yarın daha iyi olursam Ahırkapı Hıdrellez Şenliklerine gitmek istiyorum.

Dilek tutup, gül ağacının altına resim çizip gerçekleşmesini beklemek için..

Tarihi Yarımada..

01 Mayıs 2010 Cumartesi, 64. gündeyim..
Bugüne kadar gezip gördüğüm ve burda anlattığım pek çok yeri ve aslında özellikle yaşadığım bölgenin bütününü algılamakta güçlük çekiyordum ve bu sebeple bir haritaya ciddi şekilde ihtiyaç duyduğumu hissettim. Aslında gönlümden heryeri yukardan izleyebilmek geçiyor :) ama bu biraz zor sanırım.. O yüzden internette ufak bir araştırmayla ve edindiğim bir haritayla birlikte bütünlük algım tamamlandı. Şimdi size Öznur'un gözünden Tarihi Yarımada'yı ya da Sur İçi'ni anlatmak istiyorum..
Tarihi yarımada Fatih ve Eminönü ilçe sınırlarını da içine alan ve hakiki İstanbul olarak adlandırılan kısımdır. Diğer bir ifadeyle şehre sonradan eklenen kısım değil Fatih'in fethettiği İstanbul'dur.. Bu sebeple yarımadanın tamamı şehrin korunması amacıyla surlarla çevrilmiştir ki bu gerçekten inanılmaz bir görüntü oluşturur.. İşte Sur İçi adı da burdan gelmektedir.
Mısır'dan Roma'ya, Bizans'tan Osmanlı'ya kadar pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan bu bölgede bunların her birinden izler görmek mümkündür. Bu özelliğiyle eşsiz bir yapıda olan yarımada Sultan Ahmet Meydanı, Ayasofya, Eminönü (Yeni Camii, Kapalı Çarşı, Mısır Çarşısı) Süleymaniye Camii, Yerebatan Sarnıcı ve Topkapı Sarayı ile muhteşem bir tarihi barındırmaktadır. Bence bölgede atlanmaması gereken yerlerden biri de Beyazıt ve Çemberlitaş tarafıdır.

Aslında en temelde insanı etkileyen, camileri, kiliseleri ve yapılarıyla görülebilen şudur ki Suriçi'nde kültürler, dinler, ırklar yüzlerce yıl barış içinde, bir arada yaşadılar.
ve İstanbul'un şiirlere ve şarkılara konu olacak muhteşem hikayesi tam da burda başladı..
Tıpkı benim hikayem gibi..

Tünel'den Beyoğlu'na..

30 Nisan Cuma, 63. gündeyim. Saat 00.30..
ve bu bir Beyoğlu yazısıdır..
Bir rivayete göre Karaköy ile Beyoğlu'nu iki aşık gibi birbirine bağlayan Tünel, bundan tam 136 yıl önce yapıldığında Şeyh-ül İslam'ın "Ölmeden evvel toprak altına girilmez" fetvası sebebiyle müslümanlar tarafından pek kullanılmamıştı. :) Zamanla kabul gören aracın ilk vagonları ahşaptan yapılmıştı ve halatlarla birbirine bağlanmaktaydı..
Bugün Eminönü'nden çıkıp Galata Köprüsünü geçtikten sonra Karaköy'de bu asırlık taşıma aracına atladım ve kısacık bir yolculukla Beyoğlu'na Tünel meydanına çıktım.. Küçük meydanın hemen karşısı Tünel geçidi.. İçeri girer girmez sağlı sollu tahta masaları, sandalyeleriyle meyhaneler.. meyhanelerde insan kalabalıkları.. Yavaş yavaş yürüyerek Nevizade'den yukarı doğru çiçek pasajını geçince buluverirsiniz İstiklâl Caddesi'ni.. ve bu ara sokaklar çok güzeldir.
Bu güzellikten ötürüdür ki Beyoğlu denince akla gelen İstiklâl caddesi tek başına bir gezilesi yer gibi görünse de bu tam bir kandırmacadır. Çünkü o her İstanbul'a gelenin en az bir kez gittiği ve gece gündüz her çeşit insanı ve yaşamı ağırlayan cadde, sağlı sollu sokakları ve pasajlarıyla büyük bir derinliği gizler. Beyoğlu'na bakmayı bilmeyen, onu göremez..

Yukarı Taksim meydanına doğru yürümeye başladığınızda tüm cadde sizinledir artık.. Odakule'nın hemen yanından aşağıya ara sokağa doğru indiğinizde Pera müzesini görürsünüz ki burası zaten Pera'dır.. Pera, Beyoğlu ismi kullanılmadan önce buraya verilen muhteşem addır..

Bu paralelden biraz ilerleyip tekrar yukarı doğru İstiklâl'e çıkıyoruz yeniden..
Biraz ilerleyip Galatasaray Lisesini bulduğunuzda binaya birkaç kez dönüp bakma isteği duyabilirsiniz.. Lisenin tam karşısında biraz içerde anlatılmaz güzellikte bir yer.. Sahaflar çarşısı..
Eski plaklardan şehrin siyah beyaz resimlerine ve 1946 tarihli dergilere kadar aradığınız ve aramadığınız herşeyi burda görmeniz mümkün..
Eski kitaplardan istemeyerek ayrılıp caddede yürümeye devam ediyorum ve sağda bir aralık çıkıyor karşıma.. Bende hiç anısı olmayan bu ara sokak bugün aklımın bir noktasına konduğundan ilerliyorum ve aradığımı buluyorum. Çin Büfe..
Bu yazının ilk notlarını siyah çin mantarlarını beklerken alıyorum..

Yeniden kalkıp caddeye karışma zamanı..

Sol tarafta İnci pastanesi, meşhur Beyoğlu çikolatası, mızıka çalıp şarap parası toplayan genç çocuk..

ve Taksim Meydanı.. Sol tarafta otobüs durakları pektabiki kalabalık..

Tünel'den Beyoğlu'na yazısı bitecek gibi değildi ki otobüs duraklarına gelebildim.. :)
Saat 01.32.. İyi geceler İstanbul..

Vefa İstanbul'da bir semt adıymış..

28 Nisan 2010 Çarşamba, 61. gündeyim..
Henüz sorgulama evresinden tam anlamıyla kurtulabilmiş değilim.. :) Kafamı bir düşüncede sabitleyemiyorum. Bazen (aslında son zamanlarda sık sık) insanı korkularının yönettiği kanaatini taşımaya başladım. Korkutucu di mi..
Buraya geldiğimden beri sürekli omuzlarımdan tutulup sarsılıyorum sanki.. Tam olarak böyle hissediyorum..

Bugün, Eminönü'nün kalabalığından Beyazıt'a, Vefa bozacısının o muhteşem tarihi yerine doğru uzandım.. 1876'dan beri o güzelim bozanın içildiği tarihi dükkanı görmelisiniz.. Gerçekten büyülendim.. Zamanda geriye gittim sanki.. Bir kere dükkana adımınızı atarken karşılıyor tarih sizi.. Eşik içeri girenlerin fazlalığından dolayı aşınmış.. Yerdeki işlemeler de öyle.. Eh, 130 yıl dile kolay.. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1937'de boza içtiği cam bardak dükkanın en yüksek yerinde muhafaza ediliyor.. Bozanın dışında sirke, kuru üzüm şırası gibi tatları da orda bulmak mümkün.. Zaten içeri girdikten sonra uzun süre çıkasınız gelmiyor.. En azından bana öyle oldu.. Kışın akşam vakitleri çok kalabalık olurmuş, insanlar dışarda kalırmış..
Tarçınlı bozanın tadı damağımda daracık sokaklardan yürürken sakin ama mutluydum..
Hayatta Vefa'da boza içmek de varmış..
ve Vefa İstanbul'da bir semt adıymış kimi zaman..

İstanbul'a Dönüşler..

26 Nisan 2010 Pazartesi, 58. gündeyim..
23 Nisan Tatili sebebiyle yaptığım ufak ama muhteşem İzmir seyahatimden sonra bu sabah İstanbul'a döndüm.. Neyse ki denizden uzaklaşmadım :) Bu bloğun bir İstanbul günlüğü olması güzel ve "Gavur" :) İzmir'den bahsedilmemesini gerektirmez.. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını her bir evde bayraklarla, neşe ve çoşkuyla kutlayan İzmir yine harikaydı.. Bostanlı'da gezinti, Alsancakta gün batımı, bira, patates :) Canlı müzik, eller havaya sonrası saat 03.30 civarları Kumrucu Şevki de Kumru :)Sabahları gevrek :) Boyoz.. Sevdiklerinle olmaksa paha biçilmez :)

İzmir İstanbul yolunda ise bana en değişik gelen koskoca otobüsün feribota binmesi oldu :) Bu sabah saat 06.00 civarları otobüsle denizin üzerinden :) geçerken indim ve biraz dolandım.. Gerçekten dev bi feribot.. Tatil başlangıcında o kadar kabalıktı ki 8 saatlik yolu 11 saatte gidebildik.. Ama dönüş çok rahat oldu. Bu güzergahta seyahat etmek isteyenlere mutlaka feribotlu seferleri tercih etmelerini öneririm. Bi de gece geçmeyin, o zaman feribotta dolanmak biras zor :)
Bakalım yorun argın halimle günü ofiste nasıl geçiricem :)
58. gün.. Burdayım..

Falcı..

21 Nisan 2010 Çarşamba.. 53. günün akşamı..
Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul dışında olduğum için biraz uzak kaldım buralardan.. İçinde deniz olmayan biyere gittim ve acaip bişey oldu.. Kaldığımız yerin en üst katından şehre baktığımda, gözlerimin denizi aradığını farkettiğim! Evet.. Sadece 51 günde bütün eski alışanlıklarıma, Ankara'da geçirdiğim onca yıla ihanet ediverdim.. Deniz nerde..?

Pazartesi evde dinlenerek geçti.. Akşamüstü Beyoğlu'nun kalabalığına, sahaflara daldım gittim.. ama Beyoğlu sadece kendi için yazılacak bir yazıyı hak ediyor..

Salı, sabah Büyük Ada'ya gitme niyetiyle evden çıkıp havanın kötü olması sebebiyle gerçeğe dönüşemeyen ancak şehirdeki en içten dostumla Harbiye Askeri müzesinde başlayıp Nişantaşı'ndan Ortaköy'e kadar uzanan muhteşem bi gün oldu :)
Sabah saat 10.00 civarları Taksim meydanından Harbiye'ye doğru yürümeye başladığımda nereleri göreceğimi hiç bilmiyordum.. Yolu sevdim, yemyeşil güsel bi yol.. Askeri müzeyi biraz geçince içinde heykellerin olduğu acaip bi park var :)
Heykeller devlet büyükleri olunca baya bi eğlendim :)
Askeri müzedeki en ilgimi çeken şey mehter taburu oldu :))) Zira ortalık kaytan bıyıklı resmi elbiseli tiplerle doluydu :)))
Müze sonrası Nişantaşı'nın albenili vitrinlerinde oyalandıktan sonra bi taksiye atlayıp Ortaköye, ordan da tekneyle boğaza uzandık.. Boğaz bütün endişelerimi çekip aldı sanki..

Tekne geri döndüğünde ara sokaklarda bi falcıya gitti ayaklarımız.. Bir kadın açtı tarot kartlarını.. Gözlerini gezdirdi figürlerin üzerinde.. Tarihin ortasında geleceği arıyordum..

Kartlar konuştuğunda içimi bir korku kapladı..
"Bir gün artık İstanbul'da yaşamayacaksın.."

Kararlar..

15 Nisan 2010 47. gün.
İstanbul yaşantımın 46. ve 47. gününde iç dünyamda olup bitenlerin tek bir başlığı olabilir : Sorgulama..
Başka bir deyişle şehirle ilk heyecanlı karşılaşma sonrası dalgalanan suların durulmasıyla birlikte gelen "Gerçekle Yüzleşme" evresi..
Bu evrede kimilerine göre sıkıcı, asabi, huzursuz ve hatta kimilerine göre daha da ileri gidip şiddetli geçimsiz, sıfır toleranslı ve espri anlayışından yoksun olarak tanımlanan Öznur'un hiç eğlenmediği oldukça açıktır.
Kafasındaki binlerce sorudan en önemlisi hiç kuşkusuz "Yaşam alanımı değiştirdiğime deydi mi?" sorusudur ki bu sorgulamanın da tetikleyicisidir. Kurak alandan sulak araziye geçişin bir müddet sonrasında ortaya çıkan bu tehlikeli evrede Öznur eski yaşamı ile yeni yaşamı arasında kıyaslamalar yapmakta ve içinde bulunduğu durumun gerçekte ne olduğunu anlamlandırmaya çalışmaktadır. Evet, evre fevri kararlara ve hatalara oldukça müsait olduğundan tehlikelidir.

Tehlikeye bayılırım..

Hatırlamak..

14 Nisan 2010 Çarşamba.. Saat 23.48 46.gündeyim..
Biraz zor bi gece geçiriyorum. Midem ağrıyor, evde kimse yok.
"Bişey olsa kimi ararım?" diye aklından geçiriyor insan böyle durumlarda.. Burda daha önce böyle bi endişeye kapılmamıştım.. Ya da geçtiğimiz 32 yıl hiçbi zaman.. Tamam 33..
Bu günlükler sadece İstanbul olmaktan çıkıyor zaman zaman.. Yalnızlığın da günlükleri oluyor.. Değişik bi durum.. Herhangi biyerde, herhangi biriyim aslında..ve böyle yaşayan tek kişi de değilim haliyle.. Kendime çok önem verdiğimden değil bu yazılar.. Sadece, bi gün geriye dönüp baktığımda -eğer unutursam- özlemeyi, sevmeyi, alışmayı, zorlanmayı, dayanmayı ve herşeye rağmen mutlu olmayı yeniden hatırlayayım diye..
Bunların hepsi İstanbul çünkü..

23.56.. Az sonra ömrümden bir gün daha veriyorum sana.. Asla geri gelmeyecek.. Yaşananları değiştirilemeyecek.. Hissedilenleri unutulmayacak..
Yazılanları.. tarih olacak.. hatırlayayım diye..

47. gün..

İyi geceler..

Ortaköy'den Rumelihisarı'na..

11. Nisan 2010 Pazar, 43. gün..
Geceyi bıraktığım yerde uyandım bu sabah.. Ortaköy'de..
Karışık tost ve açık çayla yapılan kahvaltının ardından yavaş yavaş artan kalabalıktan uzaklaşıp ara sokaklardaki gümüşçülere, incik boncukçulara daldım haliyle.. :) Kendime bi Ortaköy hatırası alma niyetindeydim ve fakat her zamanki kararsızlığımla yine hiçbişey beğenemedim :) Aslında beğendim de adam 80 lira deyince birden hevesim kaçtı :))
İlk geldiğim günden beri Ortaköy'den Bebek tarafına doğru sahilden gitmeyi hayal ediyordum.. Gözlerimin gördüğü en benzersiz manzara olan boğaziçini beynimin en güzel yerine kaydetmek ve bir daha hiç unutmamak için.. İşte gün bugündü..
Ön tarafında Emirgan yazan bir otobüse Bebek'ten geçio musunuz? diyerek atladım ve şansıma bakın ki cam kenarı oturacak yer bile buldum :) Süprizlerin ilki Savarona'ydı.. Dünyanın en büyük liderini ağırlamış yorgun ve marur Savarona.. Otobüsle Bebek'e kadar gidip dönüşte yürümeyi planladığımdan onu şimdilik orda bırakıyorum..
Yolun devamında Kuruçeşme.. Kıyı boyunca eski, birbirine yaslanmış evler.. Arnavutköy'le birlikte İstanbul'un giderek değişen çehresi, bulutlu havaya rağmen balıkçılar ve nihayetinde Bebek'te kendin bulan İstanbul..
Boylu boyunca karşı yakaya uzanan iki köprünün tam ortasındayım şimdi..
Otobüsten atlayıp Bebek parkından kıyıya inmeden iç kısımdan başlanan yürüyüş.. Biraz sonra kıyıya indiğimde beni çarpan rüzgar ve karşımda Rumelihisar'ı.. Çalan telefonda geldiğimden beri her gün daha bi aklımda tuttuğum ses..

Arnavutköy iskelesine gelmeden balıkçıları geçip boş bir bankta yarım saatten fazla oturup ara sıra yüzünü gösteren güneşin boğazı aydınlattığı manzarayı içime çekip dönüş yoluna devam ediyorum.
ve işte Savarona tekar karşımda..

Artık iyice yoruldum.. Köprünün altından tekrar geçip Ortaköy'e vardığımda sol dizimde tuhaf şeyler olmaya başladı. Böylece otobüse binip Taksim'e ve ordan da eve gitme vaktinin geldiği anlaşılmış oldu..

Yarın 44..
Bugün bu şehre kalbimi vermeye çok yaklaştım..

Baharla birlikte..

Bugün 10 Nisan 2010 Cumartesi, 42. gündeyim :)
İstanbul yaşantımın bu evresinde açan güneşle birlikte Ankara'da haberlerde duyduğum "Bugün güneşin yüzünü göstermesiyle birlikte İstanbul'lular soluğu parklarda ve deniz kenarında aldı" cümlesi ve arka planda dönen çoluklu çocuklu Ortaköy manzaraları, muhtelif deniz kenarı halk mekanlarından görüntüler gibi şeylere dahil olma yolundayım :)))) Aslında bi süre sonra atletle ordan burdan denize giren tiplerle aynı karede görünmekten de korkmuyor değilim evet.. Hatta keşke balık tutmaktan anlayan biri olsa da Bebek sahilden olta sallasak :)) Huu bu günlerde çok çılgınım :)
Dün akşam tgif :) demek suretiyle Kadıköy'de takıldığım birkaç güsel arkadaşımla Rexx sinemasının bir alt sokağında gittiğimiz Lâl isimli bir kafenin loş ve samimi ortamını da burada anmadan geçemeyeceğim. Ayrıca çikolata soslu cheesecake'i gerçekten nefisti :) Bu ciks tavırlar yüzünden kendimden uzaklaşır mıyım acaba? Yoksa bir üst paragrafta halkın arasına karışmak derken hemen altında bu tür bir tavır takınmam kişisel çelişkiler içinde olduğumu mu gösteriyor.. İşte yine panik içindeyim.. :)
Bu akşam üstü Ortaköy'deyim :) Akşam haberlerini izlemeyi unutmayın ;)

Şehir ve biz..

Bugün 8 Nisan 2010 Perşembe.. İstanbul'da yaşamaya başlayalı tam 40 gün oldu..
Nisan yağmurları, kalabalık caddeleri, kaybolmuş insanları ve yüzlerce yıllık tarihi yıkarken ben gözlerimin içinden ıslanıyorum.. Uzaktan nereye gittiğini bilemediğim vapurlar, saçımı uçuran alışamadığım rüzgar, zamanda bıraktığımı sandığım iz, kokusu deniz..
Üzülmekteyiz..

İstanbul'a dönüş..

Bugün 5 Nisan Pazartesi
Bu sabah yorucu bir yolculuktan sonra İstanbul'a 37. günde yeniden merhaba dedim.
Merak edenler için söylemeden geçemeyeceğim ki kahvaltıda sucuk yedim evet :))
Ev beni sanki hiç gitmemişim gibi karşıladı ve birdahaki buluşma çabucak gelsin gibi uğurladı :) ehe.. evde biras sevilirim de :)
Kısa ve çok mutlu Ankara molasının ardından İstanbul maceralarıma geri dönüyorum..
Bir ara geçen haftaki İstinye Park gezimden bahsedicem zira oldukça eğlenceliydi :))
Bu haftaki planlarım ise havaya da bağlı olarak değişiklik gösterecek..
Bunları gerçekten okuyan var mı bilmiyorum :)Ama yine de yazmak hoşuma gidiyo :)
- Şimdilik bu kadar
- Roger that :)

"Ankara'nın en sevdiğim yanı İstanbul'a dönüşleri.." diyen şaire inat :)

2 Nisan Cuma,
İstanbul'da yaşamaya başlayalı tam 34 gün oldu ve pektabiki bir Ankara havası almanın vakti çoktan geldi :)
Aileyle geçirilecek bir Cuma akşamının ve pazar kahvaltısında sucuklu yumurtanın yerini ne tutabilir ki.. Belki pastırmalı yumurta? Ama kararsızım :)
ya evde sucuk yoksa?? Of panik içindeyim..
Bu romantik blog başlığının içine sucuk soktuğum için pişman deilim.. Bloğumu takip eden sevgili arkadaşlarım da gülsün eğlensinler isterim.. Canları sucuklu yumurta isterse onlara da yaparım gerekirse çekinmem.. Yemeyeni tokatlarım..
Biri beni durdurmalı..

Ankara, bekle beni.. ;)

Ankara'dan yüzler görmek..

29 Mart Pazartesi..
İstanbul'da yaşamaya başlayalı tam 30 gün oldu.. Şehir, mart ayının son haftası şanına yakışır biçimde med cezirlerle dolu zamanlar geçirmeme sebep olduysa da geçtiğimiz üç gün boyunca kendime ait muhteşem anılar oluşturmama yardımcı olarak kendini affettirdi.. Ankara'nın durgun ve huzurlu havası en sevdiğim yüzlerle İstanbul'a geldi ve yeniden ciğerlerime dolup bana en tanıdık, en mutlu ve en dost İstanbul günlerini yaşattı.

İstanbul sen mi büyüksün ben mi? :)

26 Mart Cuma
İstanbul'da yaşamaya başlayalı 27 gün oldu..
Ciddi ve kapsamlı bi değişikliğin içindeyim.. Hem kişisel hem de mekansal algılarım bi maddeye uyum gösteriyormuşçasına tepkiler veriyor :) Bana en zor gelen şehirde ya da insanlarda kendimden hiçbir iz bulamamak oldu.. Herşey ve herkes çok yabancı.. Kendini hiç bir yere, hiç kimseye ait hissedememe duygusu ve buna nasıl da ihtiyacın olduğununun farkına varma..
Farklı uyarıcıların ortama girmesiyle farkındalıklarım da değişti haliyle.. ya da alışkın olduklarımın hayatımdan çıkmasıyla.. Mesela bi vapur kavramım var artık :) Denizin üstünden biyerlere gidebilme durumu :) Değişik renk otobüslerle, akbil denen şekilsiz bir şey kullanmak suretiyle seyahat etme.. Tadını sevmediğim simit.. Bi dünya değişik insan..
Şehrin tarihine yakışan ağır havası.. Deniz kenarında kahvaltı yapabilme :)

İlk bikaç hafta kapalı mekanlardayken kendimi hala Ankara'da zannediodum :) Dışarı çıkınca şaşırıyodum :D Şimdi o durum değişti.. İstanbul'da olduğumu biliyorum ve zaman zaman geride bıraktığım herşeyi şiddetle özlüyorum..

09 Mart 2010 Salı.. İstanbul'da yaşamaya başlayalı 10 gün oldu..